28 Şubat 2013 Perşembe

Tükenmez Kalem ve Uzun Cümleler

Bir Ankaragücü deplasmanından önceki geceydi. Meteoroloji kendi çapında uyarısını yapmıştı yapmasına ama; yine de lodosun lodos kelimesinin hakkını bu denli verircesine patladığı bir günü daha yaşamamıştık neredeyse. Yaşadıksa da hatırlamıyorduk vallahi. Vücutlar enerjik, zihinler nispeten arızaya meyilli ve bünyeler de gaz olunca; Cem Yılmaz'ın potansiyel ışın kılıçlarını anlatırken kullandığı, madem teknolojiğim, neden esnemiyorum cümle kalıbından hareketle, madem hava lodos, neden dışarıda toplanmıyoruz deyip, yola çıkılacak sabahın gecesinde Moda'da toplanmaya karar vermiştik.

Pek de uzun sürmeyen, olum şu birayı köpürtmeden aç, yüzüme geliyo ve suratıma tükürüyosun lan yavaş konuş, duyuyorum ben seni muhabbetlerinden sonra anlamıştık ki; Moda Deniz Kulübü'nün yanındaki otoparkın denizle birleştiği yere vuran dalgalar, taa üst hizadaki apartmanların önüne mevzilenmiş banklara kadar geliyor ve bizim suratlarımızı da ıslatıyordu. Hadi ıslatıyordu demeyelim ama, nemli nemli yapıyordu. Şimdi mesafe için bir rakam verip abartmış olmayayım ama anlattığım yeri anlamış olanların hadi len, oha dediğini duyuyor gibi oluşum bana yetiyor da artıyor bile. Valla bak.

O gece kafalar kıyak olunca ülkeyi kurtarmaya yeltenecek modda değildik, o yüzden hatıralar geçidine doğru yöneldik. Kendimizi yönelmiş halde bulduk daha doğru bir ifadeyle. Hepimiz eskilerden konuşup kimi kişileri/kimi şeyleri hasretle ve kahkahayla anarken, kimi kişileri/kimi şeyleri ise tam tersi şekilde anıyorduk açıkçası. Bu kadar erken olarak bir araya gelişimizdeki gizli özne de tam olarak buydu zaten. Yani birbirini tanıyan ve beraber zaman geçirmekten hoşlanan insanlar biraz içip, biraz da beraberce zaman geçirmek mantığı ile bir araya geldiğinde; bu organizasyonların hemen hemen hepsinde ele alınan bir konudur geçmiş olaylar ve hayatlarımızdan bir dönem gelip-geçmiş insanlar. Güncel olaylar da bolca tartışılır belki ama; bu mücadelenin galibi -eğer ortada bir mücadele varsa- geçmiş zamandır çoğunlukla.

Ama o gece, aramızdan birisi fena halde takmıştı zamanın nasıl geçtiğine. Çok da hislenmek niyetinde olduğumuz bir an değildi ama durmadan anlatıyordu kenarda köşede kalmış anıları. O an içinde bulunduğumuz dakikaları bile bir hafta sonra tam anlamıyla hatırlayamayacağımız türünden filozofça çıkarımlarla denize karşı dikiliyordu elinde sigarasıyla. En masumane haliyle, koyuyor be abi... Ne bileyim, daha az mı uyusak ne? dediğinde attığımız kahkahalara bozulmasına izin vermeden markete gitme sırasının onda olduğunu hatırlatmıştık da, anca öyle kapanmıştı konu. Daha sonraları, eminim ki içten içe hepimiz tarafından zamanlı-zamansız düşünülmüştür bu. Bende yontula yontula, daha belirsiz, altyapısız ve uzun süreli hatıralara dayandı bu olay.

İlk okuldayken flütte öğretilen o aptal şarkıyı halen daha hatırlıyor olmam... Sahiden, seneler sonra elime flüt alsam neden halen çalabiliyorum o şarkıyı? Sonra, yine ufakken gecenin bir yarısı tüm evi ayağa dikip patates cipsi istiyorum diye haykırmam... Pezevenge bak, sanki alt kat imalathane. Yoğurtlu dolmanın çevresindeki kabakları yemeyi reddettiğim için halamın bana attığı o bakış... Belki haklıydı ama sevmiyordum ne yapayım. Çok sevdiğim ve çocuk kafayla evlenmesini asla istemediğim teyzeme, sen de evlendikten sonra hepten aptallaştın diye çıkışmam... Saf çocuk sevgisi ve onun getirdiği ilgi kıskançlığı işte. Ve hatta masanın üzerine filan kurulan şu eski tren oyunundan geri kalmamak için bağırsaklarımla girdiğim inatlaşmayı kaybedip altıma sıçtığım o gün... Evet evet, hepsini hatırlıyorum. Ama mesela ilk deplasmanımı hatırlamıyorum benim hayatımda önemli bir yer tuttuğu halde. Hayret.

Unutmadığım için mutlu olduğum önemsiz anlar da var ama. Ortaokulda, şimdi ismini hatırlayamadığım Edebiyat öğretmenimin sınav kağıtlarını incelemeye ayırdığımız bir derste bana, Sen bu işi nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama hiç hoşuma gitmiyor. Tarz olarak uzun cümlelerden hiç hoşlanmam, normalde puan da kırarım. Ama maalesef seninkilerde puan kıracak bir aksaklık bulamadım şimdiye kadar... deyişi hayatımın en enteresan anlarından biridir mesela. Ben bir de o cümleleri sınav kağıdına tükenmez kalemle yazayım da, hepten ambale edeyim seni diye geçirmiştim kafamdan ama 2 saniye, yalnızca 2 saniye. Sonra pişman oldum, kadın bana dürüst davranıyordu çünkü.

O tükenmez kalem olayı da ilginçtir. Yaradan matematik özürlü yapmış beni, analitik düşünme yeteneğim de kısıtlı dolayısıyla. Bazen ani karar verilmesi gereken durumlarda hissediyorum, böyle tık diye bir şeyler gidiyor gerçekten. Hele mesela hızlı bir şekilde 8 kere 8!? diye sorsanız hınk diye öyle bir kilitlenirim ki, ağzımdan akan salyayı kontrol etme yetimden uzaklaşabilirim bir kaç saniyeliğine. Dolayısıyla hiç sevmezdim o dersi, öğretmeye çalışanlarla da pek yakınlığım olmadı zira. 


Ama bazıları sorunumun bana matematik öğretmeye çalışan kişilerle değil de, matematiğin kendisiyle olduğunu anlamadı vaktinde, şimdi bakınca üzülüyorum buna. Onlardan olmayan bir matematik öğretmenim, şimdi nereden açıldığını ve ne olduğunu hatırlamadığım bir konuda, ... ama senin bir tarzın var. Sınav kağıtlarına adını-soyadını ve numaranı her zaman tükenmez kalemle yazarsın demişti.

Kadın buna dikkat etmiş yani. Kendisi unutmuş mudur bilmiyorum ama, o sözü benim unutamadığım önemsiz anlar arasında kafaya oynuyor hala. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder