20 Mart 2014 Perşembe

İhsan Oktay Anar

1960 doğumlu. Lisans, master ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yaptı. Halen aynı okulda öğretim üyesi. Yayımlanan kitapları: Puslu Kıtalar Atlası (1995), Kitab-ül Hiyel (1996), Efrasiyab'ın Hikayeleri (1998), Amat (2005), Suskunlar (2007), Yedinci Gün (2012)

Kitaplarının başındaki tanıtım yazısı böyle.

Durun len durun böyle alıntı yaparak bırakır mıyım ben, ayıp ettiniz.

Eski iş yerinde binanın önüne çıktık sigara içiyoruz. Davul gibi olmuş kafamda iş çıkışı nerede biralayayım sorusu dolanırken yanda 2-3 kişi edebiyat sohbetine girmiş, birbirlerine kitap filan tavsiye ediyorlar. 

Bizde de artık doğuştan mıdır bilemiyorum dışarıya hafif bir öküzlük sinyali verdiğimizden olsa gerek; yok, pek bilmem şekli bir yanıt bekleyerek, o lanet olasıca parfümünün aslında ne kadar boktan koktuğu bugüne kadar kimse tarafından kendisine söylenmediği için üzerinde anlamsız bir özgüven olan eli sigaralı hatun, kitap okur musun? diye bir soru sordu.

Evet dedim, ayda 2 kitap bitirmesem de ara sıra takılırım, özellikle yatmadan önce okumayı severim. Sonra bu mendebur gidince sohbete biraz daha dahil oldum ve şu an ne okuyorsundan hareketle, BENİ DE AL CASTİN diye bağıran ergen kız heyecanıyla, Buz ve Ateşin Şarkısı dedim. Namussuz George R.R. Martin'in avucunun içindeyiz çünkü bir kaç senedir... 

Normalde böyle fantastik falan filan dalgalarına pek merakım yoktur; fakat bu adam gerçekten başkaymış dedim. Onun üzerine güzel bir abimiz vardı iş yerinde kulakları çınlasın, bir de yerli edebiyatın fantastiğine şans ver dedi ve İhsan Oktay Anar'dan bahsetti.

Ben ilk başta hakikaten pek algılayamadım. Nasıl oluyormuş lan bu yerli fantastik diye düşündüm; zamanında melodik death metal tabirini ilk duyduğumuzda da böyle bir efelenmiş ve Death death'tir oğluuum ne melodiği? diye triplere girmiş kimseleriz çünkü en nihayetinde. 

Bundan bahsetmedim tabii de, sakın tüplü Ferrari gibi bir şey çıkmasın Bekir abi dedim. Velhasıl kronolojik sırayla okumaya başladım İhsan Oktay Anar'ın kitaplarını ve seneler sonra beni yerli edebiyata çekmeyi başaran kişi oldu kendisi. 

Bol bol Arapça/Farsça/Osmanlıca terimler barındırır yazdıkları, uzun cümleler kurar, bir sürü hikayeyi bir çok farklı koldan anlatır ve sonunda bunları birleştirir. 8 kollu bir otoyolun en sonda ortak bir yere bağlandığını düşünün, ahanda tam öyle işte. Bilinmedik kelimeler azımsanmayacak ölçüde var; fakat enteresandır adamın yazdıkları bu bilinmedik kelimelerin kimi yerlerde fazlaca kullanımına rağmen gayet güzel anlaşılıyor. Akıcılık kaybolmuyor. 

Genelde, hadi lan bu neymiş böyle deyip sıkılarak bırakır insan fakat bu kitaplarda iş öyle değil. Hele bir Amat var ki; dil haricinde baştan aşağı bir de denizcilik terimleriyle bezeli, klişe olmasın, okurken güvertede emirler yağdıran Jack Sparrow gibi hissediyor insan kendini.

Kendisi eski İstanbul'un ara sokaklarından öyle yerler tarif ediyor ki, ben İstanbul semt çocuğu filan dedim. Fakat İzmir'liymiş, hayatında İstanbul'a o kadar da çok yolu düşmemiş... Tasvir yeteneği inanılmaz kuvvetli bence; ve iş mekan/zaman tasvirlerinden ziyade kişisel tasvirlere gelince gayet de eğlenceli yapıyor bunu, okurken güldüğüm yerleri çok oldu. Üslubu için, bilmemne tekniğini kullanıyor filan da diyorlar fakat o teknik taraklarını bilmiyorum ben, boyumu aşan laflar etmeyeyim.

Kitab-ül Hiyel hariç, kitapları 250 sayfa civarında. Fakat öyle boşluklar bırakarak geniş puntolarla yazan yazarlar gibi değil, 250 sayfa dediysek dolu dolu 250 sayfa. Sonuç olarak kitapları 7-8 ay içinde kitap rafımda sırasıyla dizili olacak dereceye (evet ruh hastasıyım, var mı?) geldi kendisi. Yeni kitabının bir kaç senesi vardır diye düşünüyorum, hasretle bekliyoruz.

İlk defa okuyacak olanlara tavsiyem, siz de benim gibi yapın ve sıralı okuyun. Ben tüm kitaplarını beğendim; fakat ilk kitap Puslu Kıtalar Atlası ile Amat bir başka desem yeridir.

Bir kaç ay önceydi bunu yazışım. Şu Amat'ı tekrar mı okusam acaba diye düşündüğüm günlerde burada da dursun dedim, ne çıkar yani?..

3 yorum:

  1. Amat demişken, Abdullah Ziya Kozanoğlu'dur denizcilik kitaplarının piri. Amat'ta geçen çokça ifade de Abdullah Ziya'nın kitaplarından alıntıdır. Bu tabii Amat'ın özgünlüğüne gölge düşürecek nitelikte değil, hepsinin yeri ayrı. Kapak tasarımları sanki çocuk kitabı gibi gösterse de klasik kitaplardır her biri. İşin edebiyat kısmını geçip reel kovalayacak olursak, Barbaros Hayreddin'in Kanuni'nin isteği üzerine katibine yazdırdığı anıları hepsinin üstüne limon sıkar, o ayrı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O anıların olduğu kitabın adı nedir, nereden buluruz? Ayrıca Abdullah Ziya Kozanoğlu için de isim vererek kitap önerir misin? Can evimden vurdun beni, severek okurum bunları. Sağolasın.

      Sil
  2. Barbaros Hayrettin Paşa'nın Hatıraları - Ertuğrul Düzdağ (Kapı Yayınları)

    Bu Barbaros'un bizzat yazdırdığı anıları ama ne yazık ki bir kısmı kayıpmış. Mevcut hali bile 500 sayfa civarında ama okuyunca eksik olduğunu sen de anlayacaksın. Yine de törkiş Jack Sparrow'un anıları mutlaka okunmalı.

    Kozanoğlu'nun en iyi kitabı bence Kızıl Tuğ'dur ancak denizcilikle ilgili söyleyecek olursam en iyisi Türk Korsanları'dır. Sencivanoğlu da vardır mesela, yarı bilimkurgu değişik bir romandır ama tarihten herhangi bir esinlenme yoktur, salt kurgudur. Ayrıca Kızıl Kadırga ve Seyit Ali Reis var yine denizcilikle ilgili.

    Bir de Bekir Büyükarkın'ın benim okumadığım ama çok methedilen bir romanı var, Suların Gölgesinde. Barbaros'tan önceki kaptan-ı derya Kurdoğlu'nun hayatını anlatıyor. Tarihi gerçeklerle de örtüşüyor diye profesyonel yorumlar okudum.

    YanıtlaSil