15 Şubat 2014 Cumartesi

Gitmek Zorundaydın Be Arkadaş

Saat 06.20, Barbaros civarları. Hava henüz loşa çalan şekil karanlık; rüzgar çok, soğuk bol. Duruyorum o camili sokağın hemen kenarında... 10 dakika sonrasında birincisini yaşamak üzere, hayatımdaki kimi ilklerle tanışmak yoktu aklımdaki ihtimaller arasında. Biraz ısınmaya, biraz da o karanlık sokakta caminin köşesinden sağ elinde sürüklediği valizi ve öne eğik haldeki kafasıyla bana doğru yaklaşmaya başlayacak sureti seçmeye çalışıyordum.

Daha önce ağladığını hiç duymadığın/görmediğin bir insanın ağlamasına ilk şahit oluşun düşünülmeyecek kadar kötü, ihtimal verilmeyecek kadar garip ve eğreti bir anmış meğer... Yahu kardeşim, senelerce yüzünü görüp, sonra ansızın kendi sesini işitmediniz mi Kenan İmirzalıoğlu'nun? Hah, duyduğunuz o ilk anı düşünün ve ona 100 katın işte.


Bunun 2 gün öncesinde, hayatımda işittiğim en hüzünlü melodinin bir film müziği olduğunu anlatıyordum: Schlinder's List. Ne zaman duysam içimi dağlayan bu melodi, şimdi yukarıda bahsettiğim anın garipliği ve hüznü ile bir olup kafamın içinde durmadan dönmeye başlamıştı bile. Durduramıyordum... Durdurmak isteyip de durduramıyor oluşum, kendi kendine durmasını sağlayacak bir sebep miydi peki? Manyak mısınız oğlum, hayat hiç bu kadar adil mi?


Yetmezmiş gibi, Tarık Akan ile Halit Akçatepe'nin oynadığı Canım Kardeşim'in yine Schlinder's List'inkine yakın seviyede hüzünlü olan o gitar melodisi hemen arkasına yapışmıştı; ve biri eskaza yarım saniyeliğine es verse, otomatiğe alınmışçasına diğeri devreye giriyordu hemen. Dur bakalım, yağma yok, bu anı iliklerine kadar yaşayacaksın der gibilerdi bana. Filmde, çocuğun en büyük arzusu evlerinde bir televizyonları olması idi, Tarık Akan da en sonunda kardeşinin bu hasta haline dayanamayarak televizyon çalıyordu dükkanın tekinden.

Bir başka deyişle, çaresizlikten ve hüzünden çok kısa bir süreliğine de olsa uzaklaşabilmek adına belki de hiç bulaşmaması gereken bir işe bulaşmayı göze alıyordu; neyi göze aldığını ona düşündürtmeyecek kadar büyümüştü çünkü bu çaresizlik. İşte o anda ben, sabahın karanlığında Yıldız'dan yokuşa vurmuş, kafamda dönüp duran bu iki melodiye yan koltuktaki ağlayışıyla eşlik eden arkadaşımın 12 ay boyunca yaşayacağı çaresizlik için bir benzerini hissediyordum.


İnsanlar en büyük çılgınlıklarını böyle anlarda yapar bazen... Tarık Akan da televizyonu bu duygularla çalmıştır filmde. İşte bu yüzdendir ki, ben öyle bağıran-çağıran-böğüren-kendini jiletleyen kimselerin değil; bu tarz besteleri yapan insanların psikopat olduğunu düşünüyorum. Hadi psikopat demeyeyim, zihinsel bir anormalite değil söylemek istediğim zira, çılgınlık olsun adı.


Bu bestenin sahibi, Cahit Oben abimizmiş. Yine onun kadar hüzünlü olan En Büyük Şaban'ın müziği de onun eseriymiş aynı zamanda. O filmi ne zaman izlesem, kadının sonunda Şaban'ı gördüğü fakat onun usul usul uzaklaştığı yerde burnum yanmaya ve gözlerim sulanmaya başlar. Yani otomatik bir refleks olmuştur bende... O yüzden, oldu ki denk geldiysem sonunu izlemek istemem, geçerim.


Yani sen ne hissetmişsin, ne yaşamışsın, nasıl yanmışsın da hüznü bu şekilde melodiye dökebilmişsin be güzel abim? O izleyemediğim sahne misali, aynı zamanda bazı ve bu melodileri dinlemeye de çok nadiren cesaret edebilirim ben. Ben dinlemeye cesaret edemezken, adam bunları yazmış be kardeşim... Anlatabildim mi derdimi?

Allah belamızı bizi balık burcu yaparak vermiş; ara sıra dönemlik kırılganlık ve sıkıntılarım gelir, düşünceler basar dört bir yanımı... Öyle olunca bazen derim ki, bari şöyle melodiler çıkarabilecek bir zihnimiz olsaydı, dertlendiğime değdi! diyebilirdim o zaman belki. Evet sıkıntılı hallerimi kapitalize edebiliyor olsaydım etmek isterdim, bu kadar da netim. Yazayım yazayım da beleş mi dağıtayım, faturaları nasıl ödeyeyim sonra? Şaka be şaka, alın helali hoş olsun.


Zaten hayal bile kuramaz hale gelmişiz sanki... Yakın günlerde evin tekinin balkonunu gören bir arkadaş dedi ki, ulan şu balkonun köşesine güzel barbekü sistemi kurulur... Söylediğine refleks göstermemiş olmayayım diye hafifçe tebessüm ettim, ettim ama aynı zamanda da artık hayal bile kuramadığımı fark edip, hayal sahibini aynı anda hem yadırgamamaya hem de kıskanmamaya çalıştım... Hem araba sürüp hem de film izlemeye çalışmak gibiydi dostlar; işte o 2 saniyede çok yoruldu, belki de zaten yorulmaya bahane aramakta olan zihnim.

4 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. " Daha önce ağladığını hiç duymadığın/görmediğin bir insanın ağlamasına ilk şahit oluşun düşünülmeyecek kadar kötü, ihtimal verilmeyecek kadar garip ve eğreti bir anmış meğer "

    Bak bunu okuyunca hatıralar sardı dört bir yanımı. Üniversitenin sanırım ikinci yılı, öğrenci evinde rahat kıçımıza battığı için değişik bir şey yapmaya karar verdik: su bardağı dolusu votkayı tek yudumda içme yarışması :( Ben üçüncüde su koyverdim, iki yudumda zor içtim, arkadaşım dört yudumda mideyi dörtledi. Sonrası mı ? O dağ gibi adam hüngür hüngür ağlamaya, evin balkonunda "seviyorum laann" diye kelimeleriyle mahalleye ateş etmeye ve kafasıyla balkon demirlerini dövmeye başladı. Kendimden bahsetmiyim bile :) Daha önce ağladığını hiç görmediğin yakın bir tanıdığın ağlamasına şahit olmak kesinlikle eğreti ve garip ama hep aynı mealde değil. Ne şekilde olursa olsun, Allah göstermesin.

    YanıtlaSil
  3. İşte üniversite gençliğinin hali sayın seyirciler... Ulan bari güzel vodkayı harcamayaydınız, ucuz vodkayla yapsaydınız o işi. Yürek yiyen Khal Drogo'lar sizi.

    Gerçi; kıramadığım hatırlar sonucu verdiğim sözler doğrultusunda gitmek zorunda kaldığım Mayıs festivalindeki pop zırvalarına katlanabilmek adına 30 dakikada 50'lik tekilanın neredeyse hepsini götürmüşlüğüm ve kampüse yere basmadan gitmişliğim var, kendi iğrençliklerimizi de unutmuş olmayalım.

    "Limonum nerde lan benim, çekirdeklerini ayıklayın bunun"

    YanıtlaSil
  4. Pahalı votkayla yapar mıyız hiç, öğrenci adam işini bilir. Khal Drogo da işini bildiği için kendi yemeğini kendi yapıyordu zaten.

    http://i.hizliresim.com/eWo0dm.jpg

    YanıtlaSil