1 Ocak 2014 Çarşamba

Gerçek Hikayeler

Durum şu ki, gerçek hikayeleri konu alan biyografik filmlerin hastasıyız. Fakat hayatın hep böyle kafiyeli ilerlemesi de biraz zihnimi kurcalamıyor değil.

Hani bu tarz filmlerin sonunda, yer verilmiş yan karakterlerin filmin bittiği andan sonrasında hayatta neler yaptıkları ve nerelere geldikleri hakkında izleyene bilgi vermek adına ufak metinler gelir ya ekrana... İşte o metinler bana, ulan acaba hayat bu kadar mı net, bu kadar mı kafiyeli dedirtiyor bazen. Kendisi henüz bir çocukken, değer verdiği bir insan hapse düşmüş olsa, büyüdüğünde avukat çıktığını yazıyorlar o çocuğun. Hakikaten uygun son, helal olsun çektirtecek cinsten. Peki hiç mi başaramayanı yok be kardeşim? Evet avukatlığı hedefliyordu ama markette kasiyer oldu bizim oğlan dedirtecek cinsten hiç mi öykü yok?

Şimdi keskin bir geçiş yapacağız, dikkat edin.

Yine güneş gözlükleri ile olan imtihanlarımdan birine girdim zira.

Bayramlarda telefonlara gönderilen maniler var ya, dışarıdan çok dolu gözüküp de içinde bir bok olmayan hani... Onlar bir kenara da, dışarıdan dolu gibi gözüken her lafın içi öyle boş değilmiş işte. Bunun en güzel temsilcilerinden biri de ucuz mal alacak kadar zengin değilim lafı, ben geçen ay bunu anladım.

Genelde tanıdık vasıtasıyla gidilen ve şehrin en güzel yerlerinden birinde yer alması sebebiyle güven duygusuna güven katan optikte, görevli kişinin önerdiği gözlük markasının kulağa ALLAH ALLAH! dedirtecek kadar eksantrik gelmesi sonucu hepten aşka gelinen; akabinde yine aynı kişinin altın vuruş babında abi sana etiket fiyatının 50 lira altına bırakıyorum demesiyle aldım gitti! triplerine girmenin pek de kısa sürdüğü bu güneş gözlüğü alım sürecinde, hayatım boyunca hüsrandan hüsrana koştum dostlar be.

Şimdi tabii burayı biraz daha geniş ele almak lazım aslında. İnsandaki fiyat aralığı algısı önemli rol oynuyor, bu da kişiden kişiye değişiklik gösteren bir şey. Olay az kazanmak-çok kazanmak olayı da değil tam olarak... Fakat kim ne derse desin benim için 200-250 lira az bir para değil kardeşim, benim algım bu yönde. Ama piyasa öyle bir halde ki, bu fiyat aralığında aldığın mal ucuz mal kıvamında oluyor. Markayı da çok matah bir şey sanınca alıyorsun, aldıktan 2-3 sene sonra yolda gözüne takmaya çalıştığın anda tak diye klipsi parçalanıyor ve üzerinde bir çizik bile olmayan gözlük saniye içinde kullanılamaz hale geliyor. Yaptırmaya uğraşırken daha da beter hale geldi, neyse o kadar detayına girmeyelim.

Hal böyleyken yeni gözlük şart oldu, sokakta gözüme güneş vurduğunda direkt deli gibi hapşırmaya başlayan biriyim çünkü. Ama gelin görün ki hayat ironilerine tam gaz devam ediyor; şunun rengi fena değil sanki diye elime aldığım ilk gözlüğün etiketinde 8300 lira yazıyordu. SEKİZ BİN ÜÇ YÜZ. Küsüratı da vardı eminim ama neydi onu hatırlamıyorum. Fiyatı görünce allah cezanızı versin be gibisinden homurdandım kendi kendime, çalışan arkadaş da yakınımdaymış ve bunu duydu. Akabinde, sanırım bana da bir çok insana ifade edeceği kadar çok şey ifade edeceğini düşünerek, e abi ....... markasına bakıyorsun ama dedi. Eee? dedim ya. Eee yani?

Velhasıl o anda tek bir şeye karar verdim. O da şu ki; eğer o gözlük o fiyattan satılıyorsa, filmlerde de her istediğini hikayenin anlam bütünlüğü doğrultusunda elde eden bunca insan kesinlikle elde ettiklerini hak etmiştir ve o kafiyeli sonları gerçek hayatta hakikaten denk getirmiştir. İhtimal, o gözlüğün gerçekten bu parayı ediyor olmasından daha az değil çünkü. Kesinlikle değil hem de.

Uzun zaman sonra yüzüme gerçekten yakıştırdığım bir tane buldum nitekim. Ucuza kaçmadan verip parayı alacağız mecbur, alacağız ki öyle elimizde kalmasın. Kadıköy/Yazıcıoğlu'nda seyyar manav arabasına koyduğu pillerin 15 tanesini 1 liradan denedim abi hepsi çalışıyor diyerek satan arkadaşlar alınmasın ama; ne kadar az para ödemiş olursa olsun, aldığı şey elinde patlayınca insan kötü hissediyor. Ha 8300 lira veren yine ayrı bir köşede canım, onu ellerimiz kızarırcasına ayakta alkışlamak boynumuzun borcudur kim ne derse desin. Zaten o gözlüğü satan tezgahtar da emekli olsun anasını satayım, gitsin bağ bahçe işine girip kendi biberini kendi yetiştirsin.

Gözlüğün fiyatının 8000 küsür lira olduğu, tüm piyasanın talep doğrultusunda (talep var ki bunları raflara diziyor adamlar, bırakın şimdi ayak yapmayı) pembe, yeşil ve mor renkli kramponlar tarafından sarıp sarmalandığı bir dünyanın daha ne kadar gideri var ben emin olamıyorum açıkçası... Evet benim göstergelerimden bazıları bunlar, bu kadar da sığım. Eskiden mahallede giyildiğinde noluyor lan? diyeceğimiz renkler şimdinin gözdesi olmuş; hatta bırakın gözdesi olmayı, o dönemin alışılagelmiş renklerini koltuğundan etmekle de kalmayıp bizzat o renkleri garipsenen konuma sokmuş. Gidin bir halı saha maçını izleyin, oynayan kaç kişinin ayağında eski tarz siyah krampon görürsünüz ki?

Herkes siyah giyinsin demiyorum birader indir o elini. Anlatmaya çalıştığım şey başka. Lan zaten milletin çoğunluğunun derdi top oynamak, spor yapmak filan değil. Maksat dostlar alışverişte görsün... Herif salona gelirken üstüne öyle bir ekipman döşemiş ki, sanırsın birazdan Manana kayasına tırmanıyoruz: 

Sarmalı eldivenler, ultra yeni teknolojisi sayesinde vücudu tam sıkı sarmasına rağmen aynı zamanda da cilde nefes aldıran cinsteki kumaşıyla üretilmiş (ebenin .mı) uzun kollu badiler, efendime söyleyeyim kıç tarafına yerleştirilmiş kılima kuul sistemi sayesinde o narin sağ ve sol göt loblarının nefes almasını sağlayan şortlar...

Hep dikkat kesiliyorum bu tiplere; 10 dakika çalışıyorlarsa 15 dakika laklak yapıyorlar. İsmi lazım değil yeni nesil gruplardan biri çalıyor, güya çok seviyormuş gibi şarkıya ritm tutuyorlar filan... LAĞN! Olum değil kılima kuul, o şortun arka tarafına kalorifer peteği de koysalar senin götün idman sırasında yine ter-le-ye-cek. Bilmiyorsan uyandırayım yani.

Hey gidi Diadora, ne mutluyduk seninle be. 11 senelik bir mamülün hala elimde ama yenisini arasak piyasayı 2 marka kapatmış, sen yoksun. Gerçek hikayeleri konu alan filmlerdeki çocuklar avukat çıktı, sıfırdan nerelere geldi; peki ya sen, sen nerelerdeyken bu hallere düşecek marka mıydın be? Totti bile bırakmış seni ama ben bırakamıyorum. E internetten alsana ağızlarını da geçelim; krampon dediğin dokunarak, hissederek, giyilerek alınır. Sektör farklı olmasına rağmen bu kıvama yakın şekilde yad edilecek bir başka marka ise Wilkinson, ona da bir selam etmeden bitirmeyelim.