20 Ocak 2015 Salı

Prestijli Hayatlar

Sırtımda çantam, elimde "fazla almayayım kararır" düşüncesinden hareketle, sallamasyon istatistiklere doğruluk süsü vermek için yazılagelen küsüratlı rakamlardan kopup gelmiş haliyle "762 gram" etiketli muz poşedi, tam iki reyon arasında durdum. 

Kendimden pek beklenmeyecek şekilde, kıyafetleri karmakarışık tıkıştırmamın etkisiyle şişip kütlesi genişlemiş olan sırt çantamın, reyonlar arasında yapacağım manevralarda bir yerlere çarparak ortalığı devirmesinden korktuğum için duraksamıştım ilk. "Akşam akşam rezalet çıkarma" sesi kafamda yankılanırken, duraksamamın ilk nedeni buydu kesinlikle... Sonra gözüm etiketlere takıldı, ah şu etiketler.

10+2'lisi (12'lisi değil) 15.99 lira, 14+2'lisi (16'lısı değil) 19.99 lira, 30+2'lisi (32'lisi değil) 25.99 lira... Evet; ne kadar alırsak alalım bize her halükarda kıyağını yaparak hediyesini esirgemeyen, kar marjı ve üretim maliyetleri arasında kurduğu kusursuz dengeyle tüketicinin dostu olduğunu bu cömert hediye politikası neticesinde en somut şekilde bize gösteren meşhur tuvalet kağıdı markalarından birinin etiketlerine bakıyordum. 

Aldığımız her pakette 2 tane hediye fikri muhteşem bir histi. Adeta, müdavimlik müessesesinin ayağımızı alıştırması sonucu uğrak yeri haline getirdiğimiz mekanlardan birinde, gecenin sonunda önümüze koyulan "yolluk" kıvamında bir şeydi bu sanki. Yani öyle olmalıydı... İşte size pazarlamanın ve üretimin sarsılmaz kuralı.

Kasada pratik hesaplar yapabilen, kasiyerin sorduğu pratik hesap sorularına doğru yanıt verebilen; ve hatta erken davranarak mevzu bahis sorular kasiyer tarafından sorulmadan evvel doğru denklemi kendi kafasında kurarak para alış-verişini kolaylaştıracak o meblayı uzatan insanları her zaman kıskandım... Olamadım öyle, sinir stres bastı ve bildiğimi de unuttum hep böyle anlarda. 

Altunizade'de 85 kişi okuduk biz 2. sınıfı... Ben mutluydum halimden; zira kalabalık baraj isteyen kalecilerin şahı oluyordum matematik derslerinde. Saçlarımızın olması gerekenden uzun olduğunu, jöleleyip arkaya tarayarak kamufle edebildiğimizi sandığımız salaklık anları gibi arkalara büzülüp, "şu sıra altı az daha geniş olsa da, içine girsem" diye düşündüğüm stresli dakikalardan ibaret oldu benim için hep matematik dersleri. Kaçınılmaz sona yakalandığımız anlar da oldu tabii: 4 kişinin yanından yavaş yavaş tahtaya kalkarken, tahtada yazan sorunun cevabını öğrenebilmek için gizli tekme ve çimdik ata ata, kara kuşak seviyesine yükseldim. Arkadaşlarımı kötülemiyorum ha! Çocuklar o kısıtlı anlarda söyleyebildiklerini söylerdi... Söylerdi de, ben anlamazdım yine.

İlkokulu başarıyla bitirmekten cesaret aldığımdan mıdır nedir; o hesapları yapabilmak istedim, denedim; fakat gelin görün ki alakasız şeyler çıktı ağzımdan hep. Doğru hesapladığımı sanıp, içimden "bu sefer oldu galiba len şerefsiz hehe" deyip, hafif de mutlulukla, kasiyere "1 lira verebilirim" dediğimde; "Neden 1 lira vereceksiniz?" doğrultusundaki bakışların ve hatta zaman zaman cümlelerin şaşmaz hedefi oldum hayatım boyunca.

Bu öyle yıkımları beraberinde getirdi ki, "harcamaları takip etme kolaylığı" gibi müthiş soylu bir bahaneyle, nakit para taşımayı bırakır oldum, her işimi banka kartına döktüm. Bir cumartesi günü kapıdaki sucu kardeşle karşılıklı kalakalışımız da bu kararımdan hemen sonrasına tekabül eder; fakat o ayrı bir yazının konusu... Evet, hayatımı kolaylaştıran bir kart vardı artık; ama şöyle bir sorun da mevcuttu ki, alemdeki tek kart benim hayatımı kolaylaştırmakta olan değildi.

30+2'li tuvalet kağıdı 25.99/Prestige kart sahiplerine yalnızca 22.99

Sağ üst köşedeki bandı gevşemiş olan A4 kağıdında gördüğümde pek de o kadar mühim saymadığım bu cümle, bize mütemadiyen hediye veren tüketici dostu üreticinin belirlediği bu müthiş armonik-psikolojik fiyat, kasada görevli arkadaşın sorusuyla daha da belirginleşmişti: "Prestige kartınız var mı?"

O andan itibaren yaklaşık 10 saniyelik süre boyunca, adeta Okmeydanı'nda bir ara sokakta değil de, Los Angeles'a bağlı Beverly Hills kazasında ediyorduk alışverişimizi. Kafamdaki siyah ve ucuz bereyle çevreme verdiğim balığa çıkacakmış izlenimi gitmiş, meç attırdığım sarı-siyah saçlarımın uçları kenarlarından gözükecek şekilde modaya uygun taktığım beremle kapıda bekleyen arabama atlayarak sekizbin devirde sahildeki partiye sürecekmiş kıvamına gelmiştim.

Neyse ki, durmadan dans halindeki bikinili parti kızlarının gelmeyeceğini çok geçmeden idrak edip, bir yandan da "Prestige harbiden ne güzel filmdi, haftasonu tekrar izler miyiz?" diye düşünerekten, kartımın olmadığını söyledim. Yoktu; çünkü sırf bedava diye 3 ayrı şehirden onlarca süpermarkete ait o kadar fazla kart çıkartmıştım ki, artık unutur ve kartlarına sahip olduğum yerlerden bile kartsız alışveriş edip yine aradaki farkı verir olmuştum.

Sizin anlayacağınız; son teknoloji olmasına rağmen ayağıma vuran kramponları çıkarmış ve yalınayak oynamaya başlamıştım. Yarayı her halükarda alacaksak, neden eziyet çektirenini seçelim?.. Kartım olmadığı için indirimsiz haliyle tutarı ödedim, kapının önüne çıktım ve ciğerlerime dolan oksijenle birlikte tüm düşüncelerimden sıyrıldım.

"Ulan acaba turşuyu yanda yeni açılan şu kahvaltıcıdan mı alaydım? Fucking government."