1 Aralık 2015 Salı

Özüne Dönmeye Dair

Geceler gündüze, gündüzler geceye döndü yine. Ruhunu paraya satanların katıksız ve dürüst karaktersizliğine gıpta ettiğim o girdaptayım. Ne benden kötülerini, ne de onların durumunda ne yapacağımı düşünmediğim bencilliğimle güneşliklerimi çekiyorum, umarsızca devam eden hayatın üzerine.

Duymak istemiyorum kimseyi, paylaşmak istemiyorum kimseyle. Haksızlık olarak gördüklerim realiteymiş, bundan ötesi para etmiyor zihnimde. Para dedim de, aklıma geldi... Bu dünyada ne büyük ihtiyaç, ne ulu bir kahpelikmiş o. En büyük heybeti ise, olmadığı zamanda sana verdiği sıkıntıda değil; bildiğin yönlerini sana defaatle kanıtlamasında bence.

Yoksun sen, verecek paran olmadığı için planlara ortak olamadığında. Yoksun, rakı masasına 100 lira koyamadığında. Sevgili, arkadaş, dost, abi; değilsin hiç biri, sana saygı duyulacak etkileşimlere çıkış yolun olan şeyin cebinde yarattığı tek olgu boşluksa. Ruhunu dinlendir şimdi, kendine bahaneler uydur. Tiyatro oyna evde, seni sevenler kafanda raks eden realiteyi göremesin diye.

İyi olmaktan, iyi olduğumu düşünmekten, çabalamaktan, bugüne kadar içine sokulduğum tüm o "ilahi" ve "manevi" betimlemelerden sıkıldım. Hayırsız, bencil, alçak ve menfaatçi olmak istiyorum. Belki de haklıydı tarih boyunca bunca insan? Belki bir bildikleri vardı bizim göremediğimiz? Belki de "çoğunluk" yegane gerekliliktir haklılık için?

Bu alçaklık sıradan olmamalı... Öyle güzel gelişmeli ki, hak edilmiş ve kültürle bezeli bir zerafete sahip olmalı. Evet, artık tüm benliğim pijamalarımın içindeki aldırmayan adamla geleceğe dair umut kaygısı yaşayan ergenin arasındaki çift kale maçta yaşayacak. Bir tümör, bir sülük: Bambaşka anıların, bambaşka hatıraların getirisi olacağım yeni alınmış maaşlarınızla kurduğunuz sohbet masalarınızda.

Sahi, acılar ve hayaller içinde son nefesini vermeden kaç gün önce kurmuştu o cümleyi?

"Kariyer denen şey bir 20. yüzyıl icadı; ve ben onu istemiyorum"

...peki ya o seni istiyorsa?