28 Mart 2016 Pazartesi

Lazer Savaşlarına Giriş 101

Bir başarılı operasyonu daha gerçekleştirmiş olmanın haklı gururu ile siz muhteremlerin karşısındayım. Bu gurur hepimizin... değil mnk, tabii ki benim. Olum tamam yaş yolun yarısına dayandı, artık işler eskisi gibi değil, kendimizi adapte edelim; edelim etmesine de, counter-puştluğun da manası yok yani.


Lazerlerin ilk çıktığı yıllardı. Onlardan birini elimize ilk aldığımızda; güverteden içeri pelerinini savurarak giren Darth Vader havasına, teknisyenine kızıp 3000 dolarlık gitarını bir hışımla kıran Dave Mustaine asiliğine, galibiyet golünü yazdıktan sonra kart yiyeceğini bilse de skine takmadan formasını çıkaran topçu adrenalinine bürünmüştü bünyelerimiz.

Biz Türk gençleri bu karmaşık enerji kokteylinde dolanaduralım, olaya henüz tam vakıf olamadığımızın farkında değildik: Bunların bir de envai çeşit başlıkları vardı. Takıyorsun kuru kafa çakıyor, çıkarıp başkasını takıyorsun bu sefer de uzay gemisi oluveriyordu motif. Delirmiştik, kaldi ki hâli hazırda zaten ziyadesiyle deliydik; işte tam da bu yüzden, mahallenin sokaklarına fırlayıp lazerleri birbirimizin gözlerine tutmak suretiyle gayrıresmi göz ameliyatları gerçekleştirmeye başlamamız hiç uzun sürmedi.

Bizim jenerasyondaki miyopluğun genel nedenini böylece öğrenmiş oldunuz.

Daha heyecanımızın 2. haftası dolmamıştı ki, karşı apartmandaki p.çlerden Aytek, "benimki 100 metreye çakıyo oğlum" diyerek mahalle gençleri arasındaki bu taze ve alışagelmedik trendi başka bir noktaya taşıdı. "Hssktirlanyrram" ve "yalancınıansınısksnlrmi" şeklinde aldığı yanıtlar, konuyu kapatmak şöyle dursun, daha da alevlenmesine vesile olmuştu. Hiç birimiz olacakların farkında değildik. Artık günlerdir ilme ve bilime yönelmiş kıvamda "göz çizen" mahalle gençleri gitmiş, yerine usta navigatörler gelmişti.

Tüm mahalle kimin lazerinin ne mesafeye çaktığıyla, kimin bu konu hakkında yalan söylediğiyle, kimin kimin bu konu hakkında yalan söylediğini iddia ettiğiyle çalkalanıyordu. Deliliğimiz hep bakiydi, kabul, fakat hiç bir allah kulu çıkıp da bizim mahallenin çocuklarını istikrarsızlık ile itham edemezdi! Bunu gösterircesine işe koyulduk ve düşman çatlatmaya başladık.

Bir cuma günü, okulu bitirip hafta sonuna kavuşmuş olmanın verdiği Braveheart-vari hissiyatımız, lazerlerin kaç metreye çaktığı konusundaki spekülatif mahalle gündemiyle birleşince, kavga kaçınılmaz olmuştu: Topu habire alt mahalleye kaçırıp takım arkadaşlarımızı kazmalıkla itham ettiğimiz o yokuşun başında girdik birbirimize.

Aradan yıllar yıllar geçti.

"Kuru kafayla düz nokta aynı yere gider mi lan lale, nokta dağılmıyo bi kere" diyerek birbirine giren o çocuklardan birinin, aradan uzun yıllar geçti diye, mahalle arkadaşlarının haricindekiler tarafından üzerine lazer tutulmasını hoş karşılamasını beklemek elbette hayalperestlik olurdu; ben de karşılamadım zaten. Talihsizlik şu ki; çekili perdenin, ultra konsantre halinde olduğum FM ekranının, camı açıp nara atmamın çare olmadığı bu anlattığım yılların vitamin dahi olmayanı genç kanı, kiminle karşı karşıya olduğunun farkında değildi.

İlk gece avansından sonra, ikinci gece de bu iş devam edince; hemen yakınlardaki kuzene telefonu çakarak eve çağırdım. Lazerin geliş açısı üzerinden nereden sıkılıyor olabileceğini hesapladıktan sonra, kuzene, balkona çıkıp ışığı yakmadan vaziyeti bir süzmesini, muhtemelen bu işi yapan piç ışıklar kapalıyken yapıyor olacağı için, pencere önünde inip kalkan bir karaltıya yoğunlaşmasını söyledim. Yerimden ayrılmadım zira ben ayrılsam sıkmayı bırakacaktı. Kafamın keline bakarak aldanan bu pezevengin evladı, ski tuttuğundan habersiz şekilde, muhtemelen kahkahalar eşliğinde lazerle oynamaya devam ederek beni delirttiğini sanıyordu.

Balkonda soteye yerleşen işbirlikçimden, dalgayı sıkan hıyar oğlu hıyarın kuşkulandığım pencerede olduğuna dair konfirmeyi 10 dakika geçmeden aldım. Arkadaştan yakın zamanda çarptığım şık montu üzerime atmamla birlikte, @HAYIRDIR diyerek soluğu arkadaşların kapısında almam bir oldu... Terleyen sol baldırıma bağladığım döner bıçağı aşağı doğru kaymaya başlarken, kapıdaki gencoya sordum: "Bahele yeğen; sizin evde bi lazer var mı?". "Var" dedi, "kırmızı olacaktı bir tane". "Kırmızı değil, yeşil o" diye düzelttim; "halana selam söyle, bu işi burada bitirelim" diyerek ayrıldım.

Meğer misafirliğe gelen halasının oğluymuş zanlı. Çocuğun suçu yok ki? Anasıyla babasında tüm suç... Bizim zamanımızdaki incecik lazer, olmuş size baş parmak ucu kadar bir şey. Her yerin patlayıp durduğu şu vakitte X3 sinir bozucu oluyor... Yapmayın sevgili p.çler. Lazerlerinizi çekmecelerinize koyun.