28 Kasım 2014 Cuma

Bir Ayrılık Hikayesi

Monitöre bakarak, bu kelimenin anlamını biliyor musun? diye sordu. Anlamını bilip bilmediğimi öğrenmek için değil, beni yermek için sormuştu bunu. Sabaha karşı 03.30'du ve karanlık odamda oturuyorduk... Bedava tekila ve biraz hatır için gittiğim -sözde- mayıs şenliğinde, etraftan bunalınca aynı karanlıklıktaki boş bir sınıfta öpüşmüştük ilk kez, o yüzden alışkındık birbirimize karanlıkta bakmaya.

Biliyorum ama bir de senden duyayım, diye cevap verdim. Yazık ki, Chuck Schuldiner'ın yazdığı Misanthrope şarkısını, dünyayı -henüz- hakkınca algılamaktan uzak ve özenti dürtüleri içindeki bir ergenin internetin ufak bir köşesinde karaladığı bir şey sanmıştı. Buna mı, yoksa önündeki viskiyi kola katarak içmesine mi yanayım, bilemedim o an. Konuyu değiştirmek istedim, hadi gel köpekleri besleyelim, dedim. O zamanlar kedilere bu kadar düşkün değildim, köpekler çok daha baskındı.

Hangi köpekler ya?, dedi; inanın ki o an "ya"ya eklediği vurgudan, başka bir şeyler konuşma niyetinde olduğunu ama konuya giriş yapmak için -kendince- doğru zamanı beklediğini anlamıştım. Biliyorum genelde filmlerde olacak tarzdan bir şey ama anlamıştım lan işte. Şimdiki kadar olmasa da, o zamanlarda da kafama taktığım en önemli şeyler arasında ilişkiler yoktu, o yüzden, "ne zaman isterse o zaman söylesin" diye düşündüm ve konuyu kendi istediğim istikamete doğru uzaklaştırmaya devam ettim.

NBA'e sabahladığım gecelerden birinde, ciğerlerimi yakan alkolün sesini bir nebze olsun kesebilmek için yaktığım sigaramı pencereden tüttürürken fark etmiştim; sitenin yanında yeni yeni başlayan inşaatın arsasında 3-5 tane köpek toplanmaya başlamıştı geceleri. Tellerden girip çıktıkları yırtığı ben keşfedene kadar, mahallenin tüm köpekleri bölgeye gayet dakik kıvamda ve düzenli katılım göstererek, ufak bir "Planet of the Apes" kolonisi oluşturmuşlardı bile.

Bazı geceler olur, dertle neşe karışıp ambale eder seni; işte o zaman dersin ki, "bu köpekler çükümü bile kapsa ben tekele inip nevaleyi tazeliyorum". Mahalle eşrafının çoğu tırsıp, sokaktan geçiş vakitlerini köpek arkadaşlarımızın volta saatlerine göre ayarlamışken, kararlılığımı ve masumiyetimi hissettiklerinden midir nedir; geceleri ine ine, gel zaman git zaman alıştık birbirimize... 3-4 köpek eskortuyla çöp toplayan abilere dönmüştüm ama bir-iki ufak farkla: Hedefim konteynırlar değil marketti ve yanımdaki tayfam 15-20'den fazlaydı.

Gece yürüyüşlerimiz sessizliği bölüyordu sokaklarda. Daha doğrusu, onların yürüyüşü... Patiler gecenin sessizliğinde asfalta vurdukça çıkan sese gerçekten alışmıştım. Bu öyle bir şeydi ki, o pati sesleri sayesinde geldiğimi anlayan tekeldeki kardeş, benim nevaleyi ben dükkana girmeden hazır etmeye başlamıştı. Yok lan yok burası şaka, o zaman da aklıma gelmişti ama olmadı, o kadarını yapamadık ahah. Yani sizin anlayacağınız; şahitlik edenim olmasa da, bara girip Lorraine'e açılmadan hemen önce "bana bir çikolatalı süt" diyen George McFly karizmasının üzerine çıkmaya ziyadesiyle yaklaşmıştım usta.

İşte bu köpekler, dedim. Ona bu kadar ayrıntılı anlatmadım ülen, kıymetimi bilin. Anlamasını beklememiştim, şimdi gecenin bu saati soğukta aşağı inip köpek mi besleyeceğiz, diyerek hoşnutsuzluğunu ve bu teklifimi ne kadar saçma bulduğunu belli etti. Oysa ben soğuk adamıydım, soğuğu severdim be... Kendince bu manasız teklifim beklediği kıvamı oluşturmuş olacak ki, konuyu en sonunda açmıştı. Bir konudan uzaklaşayım derken, bir diğerine zemin hazırlayışım bilinçaltımın bir katakullisi miydi, orasını bilemiyorum artık: Takdir kamuoyunun.

Nasıl olacak bu işler abiler diyen Karşıyakalılar gibi girdi mevzuya. Helal be devam et dedim, durdurasım gelmedi. Hani biraz da, Çarıklı Milyoner'de, mahkemede kendini savunmayan Kemal abi haline bürünmüştüm. Neyse...

Niyetim, "ben çok üzüleceğim sandı/üzülmeyince efsane göt oldu" intibası yaratmak değil ha. Alışmıştık zira başarısızlıklara, yağmurlu havalarda 0-0 biten bozuk zeminli deplasmanların vasatlıklarına... Saydı saydı saydı; dur ulan dur dedim en sonunda. Şu işi birbirimize bok atarak değil, azıcık dürüst olarak bitirelim: Sen de, ben de eşit derecede yüzeyseliz; kadın da, erkek de eşit derecede yüzeysel. Çıkarlarımız ağır bastı birlikte yürüdük - Yürürken ayağımıza ağrı girdi yürümeyi bitirdik. Hepsi bu. Hayat bu.

O kelime ne demek biliyorum anam, dedim. Benden olmamı istediğin kadar gösterişli değil ama temelden ne olduğumuzu anlatacak kadar dürüst.

Sonra, tutun olum! diye bağırdım, köpeklere parçalattım şırfıntıyı.

Eminem'in Şarkısı Üzerine

Günlerden bir gün yine mendeburca spor yapıyorum... Tam benim mp3 çalayırdaki müzik arasına denk geldi, o şekil duydum, salonda çalmakta olan şarkıda şöyle diyor: "I ain't never seen an ass like that"... Yani Eminem biraderimiz diyor ki; "aga ben ben olalı böyle göt görmedim". Aaaa; bir de baktım ki salondaki kızlar oğlanlar hepsi tempo tutup bu şarkıyı dinleyerek sporlarını yapıyorlar.

Dedim benim bu noktada olaya müdahale etmem lazım.

Herkes sussun şıkşıkşık! diye bağırdım hemen. Bana doğru döndü tüm salon. Ardından, gayet memnun ve mutlu şekilde eşlik ettikleri bu şarkıda ne söylendiğini bilip bilmediklerini sordum. Çünkü aynı güruhun, bu şarkı Türkçe olsa bırak tempo tutarak spora devam etmeyi, "ay ne diyoo hiii (kızlar)/vay şerefsiz bu nasıl söz yazmak lan (oğlanlar)" diyerek tepki gösterip şarkıyı değiştirteceğine dair inancım tamdı.

Bu minvalde ok yaydan çıkmış, bana boş boş ve mana veremeden baktıkları sırada hepten gaza gelerek bench-press aletinin üzerine sıçrayıp daha da yüksek sesle bağırmaya başlamıştım bile:

MADEM ÖYLE, ZAMANINDA CARTEL'İN SUÇU NEYDİ LAN BU ÜLKEDE, DÜRRÜKLER?! DOĞRU DÜRÜST KÜFÜR BİLE ETMEMİŞTİ ADAMLAR!

Şaka lan şaka, böyle olmadı tabii.

Bu şarkıyı 3 ay önce filan duydum. Geçtiğimiz günlerde de, küfür edebildiğini yeni yeni idrak etmeye başlayan ufak kuzenim, "gel abi sana bi şarkı dinleticem afagfgfagagss" diye yanına çağırdı, bu şarkıyı dinletti. Gerçi iyi oldu, şarkının devamında baya birilerine sallamış Eminem, oraları bilmiyordum. Düşün şimdi bu ülkede Fuat (mıydı?) çıktı, "Boyz anılar - soytarılar" dedi de, daha saniyesinde hem de canlı yayında daldılar herife.

Peki ya şarkı sözlerine bakarak Jessica Simpson'ın yavuklusu olduğunu düşündüğüm Nick kardeşimiz ne yapsın? HA, SÖYLEYİN NE YAPSIN? Moderin Amerikanya toplumu dinamikleri içine bir de "zengin ve mezhebi geniş selebriti" titri eklendiğinde, bu laflara gülüp geçmek ve bir davette cartta curtta karşılaşsa, "vay Eminem kardeş gel öpem" demek durumunda gibi gibi sanki.

Olum yalnız şarkı çok matrak lan, dinleyip dinleyip gülüyorum kaç gündür. Star Wars Imperial March olan alarm melodimin tahtına aday yani, o derece.

http://www.youtube.com/watch?v=LdF5Cumi2PI

Süregelen Takıntılar 7

* Yıl 2014; IPhone 6, FIFA 2015, NBA 2K15 çıktı. Sanctuary 25 sene sonra toplandı albüm kaydetti. İngiltere'de bir kadın kendi kendiyle evlendi. Ama bu ülkede halen daha EBÜÜBEĞĞĞĞ kornası var, dahası onu büyük bir zevk ve ihtirasla çalan var ulan. Geçenlerde bir akşam Mecidiyeköy'de tam yanımdan geçerken çalıp da aklımın çıkmasını sağlayan o deyyusu buradan selamlıyorum.

Biz niye böyleyiz lan? Daha önce tahminimi söylemiştim; sanırım coğrafi ve kültürel konumumuz itibariyle senelerdir çok övündüğümüz o "doğu-batı sentezi" olayı bizde ters tepmiş durumda. Arada kalmışız, Araf'ta. Ve bunun farkında değiliz.

* Medya azıcık delikanlı olsun da, şu doğum günü kutlaması için kesilen pastaları, "X için pasta kesildi" veya "X'in doğum günü kutlandı" gibi sade başlıklarla versin. Bırakın lan artık bu "X'e sürpriz doğum günü" ayaklarını... Geçen Demirören'i pasta yerken gördüğüm karenin üzerinde yine o allahın cezası başlığı görünce dayanamadım artık. Ortada hiç haberdar olunmayan, meydana çıkınca heyecandan ve mutluluktan ölünen, göz yaşlarına zor hakim olunan bir durum yok.

Kulübü doğum gününde gerekli ilgi ve alakayı göstermediği için açık açık trip atan Yaya Toure, sen ne delikanlı adammışsın meğer.

* İçtiğim dönemlerde illa ki ben de yapmışımdır; ama elimden geldiğince dikkat etmeye özen gösterirdim. Şimdi bıraktım bırakalı, durumun iğrençliğinin farkına daha da yoğun derecede vardım: O son dumanı üfleyip de toplu taşımaya binmeyin ya. Belki anlamıyorsunuz ama resmen leş gibi kokuyorsunuz. Otobüse, minibüse binmeden evvel içmeyiverin şu sigarayı... Unutmayın ki biz 65 kişilik araçlarda 135 kişi seyahat edilen bir ülkenin çocuklarıyız.

* Bu hız olayı sıkıntı. Koca koca adamlara soruyorsun, "yahu niye uymuyorsun kurallara" diye; duramıyorum, sıkılıyorum basıyorum diyorlar. Ya arkadaş sanırsın üniversiteye yeni başlamış da altına araba çekmişiz... Öyle eskisi gibi yolda filan da çevirmiyorlar, yazıyor plakaya yolluyor evine. Şu olaya gerçekten hiç tahammülüm, affım yok. Daha geçen bayramdan hemen önce, Antalya Komaş'ın önünde kansızın teki 20 yaşında gencecik bir çocuğa vurdu ve kaldırıma kadar fırlattı, ardından bastı kaçtı. Çocuğum olsa bir hız yapıyor diye, bir de kumar oynuyor diye döverim. Net. Umarım o allahsızı yakalamışlardır, şu kameralar bir işe yarasın.

* Kafayı kazıtıp sakal bıraktım. Bayramdan önce pitbull naber dedi biri ofiste. Dedim iyi senden naber. Bugün geldim yine aynı soru, bu sefer başka biri. Sonra biri daha geldi, bir melodi ıslıklıyor, bilmiyorum nedir. Olum dedim kafayı kazıtmakla pitbull cinsi köpeğin ne alakası var? Meğer popçu varmış pitbull diye. Meşhur da bir şarkısı varmış, onu çalıyorlarmış ıslıkla. Hah dedim, bir popçu güdümlü lakabımız eksikti. Benzettikleri herife bak ya, kulüpte güneş gözlükleriyle dolaşmalar filan.

Bu bağlamda; lakabı T-Bone olsun isteyip de, Coco the Monkey ile kalakalan Costanza abimiz asla ve kat'a yalnız değildir.

* Şimdi efendim, kabul ki biraz mendeburuz filan; lakin öte yandan genelde tutarlı biri olduğumu da düşünüyorum. Sigarayı bırakıyorum diye 1 kere dedim mesela, götüm başım oynamadı, triplere girmedim bıraktım. Genelde dediğimi yaparım-yapmaya çalışırım. Allah halen daha liseli gibi sigara içmekte olan aileme de bırakmayı nasip etsin, amin.

* Gece karanlıkta okumak için bir başucu lambam var, tutacaklı mutacaklı böyle. 2 gece önce yatağın üzerine, kafamın hemen yanına koydum, artık ne yayıyorsa ortalığa anında ağrı yaptı başıma. Ki baş ağrısı pek bilmem. Orada hareketle, her an elimizdeki/cebimizdeki bu cep telefonları neler yapıyor allah bilir. Şu aletleri gece yatarken odanızın uzak noktalarına koyun abiler-kardeşler, kafanızın dibinden uzak olsun en azından. Kardeşimi en sık uyardığım konulardan biridir, bir türlü alıştıramadım.

* Twitter dediler, kafamı sktiler, açtım; daha 2. günü o Nur Yerlitaş mıdır nedir onun beğenmeme suratını yapmak suretiyle bakmaya başladım ekrana. 2 hafta geçti, yok babalar benlik değil bu dedim, kapadım. Ondan sonra sıra instagrama geldi; twitter kadar olmasa da ilk başta buna da biraz dudak büker gibi oldum (kanımıza işlemiş) ama biraz kurcalayınca hoşuma gitti gibi sanki, deneme sürecini devam ettirme isteğindeyim. Fena değilmiş yani; gevezelik yok, kareler konuşuyor.

"Eyes of a Stranger"

Geçen akşam ahırdan beter sıkışık haldeki 49 ile eve dönerken gördüm ansızın.

O, daha fazla kişinin binemeyeceğini düşündüğümüz, yok artık başka nereye alacak bu kaptan diye aslında pek de geçerli olmadığını içten içe bildiğimiz serzenişlerden birini yapıp; aynı anda da durağın pas geçilmesi sonucunda dışarıda kalacak olan potansiyel yolculardan yana vicdan azabı çekme hallerine girmek üzere olduğumuz saniyelerden biriydi. İlk o an fark ettim.

Biraz zaman geçtikten sonra, camın buğusu ve ıslaklığı tam olarak nerede olduğumuzu görme noktasında işimizi olabildiğine zorlaştırırken, durağı kaçırmamak amacıyla serbest atış sırasında hücumcuyu box-out eden basketbolcu triplerine girmiştim ki; aynı anda, yani şu duraktan da binen olmasa diye düşündüğümüz dakikalarda olsa gerek, göz göze geldik 2 saniyeliğine.

Başka nereye sıkışacağız mnaki düşüncesi, havalı kapının o meşhur açılış sesiyle birlikte enseye inen ani bir şaplak haylazlığında yok olup gidiverdi birden. "Toplum" olarak en "toplu" empati anlarımızdan biridir bu, kayıtlara geçsin. Bu şehrin otobüslerinde, her zaman biraz daha fazla yer vardır.

Kapının içe doğru açılması nedeniyle öne doğru kaykılmıştık çaresiz; lakin bu öyle bir kalabalıktı ki, duraklara yaklaşıldığında kapı ışığını kontrol ettikten hemen sonra kapının açılış açısını hesaplayarak pozisyon alan biz 30 küsür senelik İstanbul kaşarlarını dahi çaresiz bırakmıştı. Yoksa, ayıbettiniz, kapı açılışlarında ilk dürtümüz her zaman omuriliğimizi korumak olmuştur; İstanbul adama bunu öğretir.

Neyse.

Uzun zamandır böyle bir çift göz, böyle bir bakış görmemiştim. Çok değil, 2 saniye göz göze geldik ama gerçekten etkilendim. Sigarayı bırakıyorum dedim, götüm başım oynamadı tak diye bıraktım. Söz vermek göt vermeye benzemez yani, idrakindeyiz her daim... Benzer iddiada bir sözü de, bir daha aşık olmam ülen diyerek telaffuz etmiştim çok seneler evvel. Ha, bu hissizliğin de zaman zaman insanı yorduğunu kabul edecek kadar delikanlıyız ama.

Yolun devamında, 30 saniyede bir kendimi tutamayarak kaçamak bakışlar attım. Kötü değildi lan niyetim, o hengamede güzel ve gönlümü açan bir şeyler görmek istiyordum sadece. Yoksa, Rust Cohle abimizin dediği gibi, pesimist sayılan realistim olum ben; bu yarım saat-45 dakikalık kısmi münasebetin kırlarda el ele dolaşılan bir manzara haline gelmeyeceğinin zaten hali hazırda bilincindeydim.

Gelin görün ki, duyduğum bir başka ses sayesinde tüm bunlardan irkilip kendime gelişim de en az o kapının açılışı kadar ani ve "şaplakımsı" oldu... Ne yapalım kader utansın, sonuç olarak biz halen daha sözümüzdeyiz:

"Bir sonraki durak: Kağıthane Garajı"