22 Ocak 2016 Cuma

Acı Eşiklerimiz

Zamanında ne demişim, bak;

"Arkadaşım, Kasım'ın ortasında halen daha her gece sivrisinek kovaladığın memleketten bir skim olmaz; burada bırak hayatı, fare kapanı bile kurulmaz dediğinde çok gülmüştük, çok da geçmedi esasında üzerinden. O sıralarda ben de aynısını yaşıyordum her gece, oysa ki yaşam alanlarımıza en büyük ölçüde giren en tehditkâr hayvanın sivrisinek olduğuna kanaat getireli çok uzun yıllar olmuştu.

Altınoluk'ta cama takılı teldeki ufak delik sayesinde, daha sonraları yanına bile yaklaşılamayacağını idrak ettiğimiz rekor sayıda, tek odaya bir gecede 42 kere giriş yapmaları misali, benden ve daha milyonlarca insandan çokça küfür yerler belki ama; verdikleri tüm rahatsızlığa rağmen oldukça basit yaratıklardır ve hayata geldiklerinde yapmayı programlandıkları iki şeyi yaparlar mütemadiyen: Beslenmek ve çoğalmak. Buna, ışığı yakıp peşlerine düştüğümüzde saklanmalarından yola çıkarak, hayatta kalmak seçeneğini de ekleyebiliriz. Bir yerlerden gözüm ısırıyor bu üçünü ama... 

Aslında malum sloganımızın temsil ettiklerini özümseyebilmek amacıyla bakmak için ne kadar tutarlı birer örnek oldukları tartışılabilir; ama zaman zaman zıtlıklardan da çok şey elde edilebilir. Zıtlık dediysem şöyle ki, bu malukatlarda bir birleşmişlik yoktur ve çoğunlukla tek başlarına hareket ederler. Ama bireysel işlevleri haricinde çevredeki her tür canlıya verdikleri/verebildikleri rahatsızlık bence ilgilenilmeye değerdir. Bak, geçen gün yine gencecik bir kız astı kendini, okuduğu üniversitenin yurt odasında. Velev ki bir başına bir sivrisineğin kaldırdığı gürültüyü kaldırabileydi, velev ki ideallerini daha yüksek sesli anlatabileydi... Belki halen daha hayatta olacaktı, kim bilir.

Aha, bu da o sivrisinek işte. Bunca yıllık düşmanlığı ve kini göz ardı edip bir helal olsun çeksem sana, duyamazsın ki biliyorum. Artık rahatsız olmamayı başarıp en mışılından uyumaya devam edeyim desem, yine anlamayacaksın ona yanıyorum. Onu bunu bırak da; sen yaradılışının gereğini bu kadar basit ve kusursuz şekilde yerine getirirken, tüm bu insanlara ne oluyor da eğitimsiz ve cahil diyerek kendimizi aralarından sıyırdığımız kısmı arabayı ormana çekip karanlık bir köşede kadının tekine tecavüz edip keserken, eğitimli sayılıp şehirlerin ve devletin yönetiminde olanlar pastadan Atatürk maketi filan çıkartıyor; asıl onu anlamıyorum."

--

Yani, derin mesajlardan sıyrılıp da alabildiğine yüzeyselleştiğimizde şunu görüyorum(z); sivrisinek denen bir gerçek var bu hayatta :mal: 

Sevmeyebilirsiniz, hatta nefret edebilirsiniz; ama o boyuyla bu aleme vurduğu damgayı silemezsiniz bre vicdansızlar! Hepinizin aklında Jurassic Park'ta dinazorları canlandıran mahlukat olarak yer etmiş olan bu canlının ben ta mnakoyim, koyim ama hakkını da vereyim diyerek bazı düşüncelere daldım geçen gün. İnkâr etmeyin, sizin de aklınıza Jurassic Park geldi, biliyorum... O doktor dayının tokmağıyla kafanıza vurmadan iki dakka delikanlı olun.

Ocak ayında yattığınız yerde görünce, koca şehri gömüp küfretmenizi sağlayacak kadar kudretli olan bu minik eleman, hemen hemen bütün dillerde kendine yer etmiş bir benzetmenin de esin kaynağıdır aslında: "Yok abi, hiç acıtmıyo; hani sivrisinek ısırığı gibi"... En son, omuzlarını dövmeyle kaplatmaya karar veren bir arkadaşımdan duydum bunu geçen gün; ulan bu nasıl evrensel bir terimdir diye düşünmeye başladım akabinde. Sen de düşün; okyanusun ötesindeki adam ne seninle aynı ağırlık birimini kullanıyor, ne de uzunluğu senin anlayacağın cinsten hesaplıyor; ama heyhat, insanoğlunun canı tatlı, iş oraya geldiğinde Peru'nun nemli ormanlarından tutun da Orta Doğu'nun çorak çöllerine kadar her yerde dil aynı!

"Formanın hakkının verilmesini" çok önemli bulan insanlar olduk biz hep. Sonradan öğrenmedik bunu, doğuştan böyleydik. Zaten tam da o yüzden duygular bu kadar yoğun oldu bizim için... Dravdan bir arma öpüşü, kaçan golden sonra aktığına şahit olduğumuz bir gözyaşı, mikrofona verilen özeleştiri içerikli bir demeç eritmeye yetti içimizi; o lami cimi eden halimizi susturup, anında daha da bağlandık olaya. Ama yanılmaktan yılmadık, 10 kere tufaya düşüp 11.'de yine aynı boku yedik. Yanlış yerde aradık belki hatayı; yapmayı bildiği tek şeyi yapan sivrisineğe kızar misali, kahpelerin iyi görünüşüne kandık; sonra bizi dizimize kadar suya sürüklediklerinde, "neden yaptın?" diye kızdık, bağırdık. E, oldu mu ama?

Başka bir arkadaşla oturduk geçen gün, "artık çabaları ve hisleri önemsemekten yıldım, her şeyi teker teker rafa koymaya başladım" diyerek, dikkat; 1 tanesi geçen ay olmak üzere son 10 sene içerisinde 2 sevgilisinin vefat ettiğini, tüm bunlar yetmemiş gibi bir de eşini başka bir kişiyle bastığını; ülkede bu anılardan kaçmak için yeterli yer kalmadığından, elindeki tüm eşyaları dağıtarak, tarafımdan görülen ve içinde sadece 2 kazak olan bir sırt çantası ile "gitmeye karar verdiğini" söyledi.

Seneler önce yazdığım o şey geldi aklıma ansızın. Sesini çıkaramayan, bir sivrisinek etkisi yaratamadan göçüp gitmeyi seçen genç bir kız; sonra bir de bu arkadaş. Hangisi daha zor karar, bilemedim bir an. Tokat yemişe döndüm, bir acı kahve daha söyledim, söyledim ki ellerim kafeinden titresin bir an önce; çünkü o tokat yemiş sıfatımı bir şeye, herhangi bir şeye bağlamak zorunda hissettim kendimi. "Bu adam bunu nasıl yazmış" diye herhangi bir senaryoya şaşırmamak lazım artık sanki? Ufak bir şehir turunda senaryonun kralı ile yüz yüze gelebiliyor çünkü insan.

Diyeceğim o ki; her türlü gtüne koyim fakat sivrisinek delikanlıdır, dürüsttür. Binyıllardır çizgisini bozmamıştır. Arasan da, sorsan da, vurmaya çalışsan da geri yapmaz... Öte yandan; insanoğlu, kader kıymet bilmez-nankör-yanar döner-menfaatçi-riyakâr-içten pazarlıklı insanoğlu, çok iyi bir elemeye tabi tutulmadığı (penceredeki telliğe tekabül eder) ve gerekli diğer önlemler alınmadığı (Off, terlik, vb'ne tekabül eder) takdirde, karşınızda elbet gün gelecek ve esas kimliğine bürünecektir: Bütün kumarların yaratıcısı ve dağıtıcısı.

"Giden" için; 

Mama now I'm coming home
I'm not all you wished of me
A mother's love for her son
Unspoken, help me be

I took your love for granted
And all the things you've said to me
I need your arms to welcome me
But a cold stone is all I see

5 Ocak 2016 Salı

Süregelen Takıntılar 9

Çok gereksiz şeylere çok çok acayip merak içindeyiz
Ne savaşlar oluyor bitiyor yine biz bu konuların dışındayız



* ATM'ler mesela. Çok ilginç değil mi lan? Ne? Ne demek değil, skerim belanızı; tabii ki ilginç, sadece nezaketen soruyoruz... Dün bir "ATM alanının" yanından geçerken girdi içime o canhıraş feryat: Kim ayarlıyordu ulan bu makinelerin içindeki para oranlarını? Hangi harmonik ortalamayla (harmonik ortalama tabii, ne sandınız yrraamlar) karar veriyorlardı neredeki ATM'ye ne kadar para konulacağını? Ne sıklıkla yapıyorlardı bunu? Ben sokaklarda işsiz ve avare avare dolanırken, bunu ayarlayan ampirikuku departmanının başındaki o dangalak, nasıl bir sorumluluğu olduğunun, ne büyük bir yükü omuzladığının bilincinde miydi? 


Mesela paraları dağıtmak için seçtikleri saatler, trafiğin yoğun olduğu saatler miydi; yoksa yol çalışması ekipleri gibi gecenin ıssız saatlerini mi belirlemişlerdi bu ulvi amaç için? Cebindeki para oranıyla gideceği mesafenin taksimetredeki karşılığının hesabını yanlış yapıp taksiden indiğinde acilen para çekmesi muhtemel bir sözelcinin makine ekranında, "Şu anda paranızı ödeyemiyorum - En yakın ATM ..." ibaresini görüp titreme nöbetine girmesini önleme hususunda ziyadesiyle büyük öneme sahip bu çalışmaları hangi kriterlerle yapıyorlardı? 


Her ne olursa olsun, benim kadar iyi bir iş çıkaramayacaklarına dair olan inancım tamdı. Tam olmasını bırakın; bu inancım eve doğru yürürken attığım her adımda daha da güçleniyordu. Evet evet, onlar kim köpekti ki? -20'lerde aldığı bütçeyi, sözleşmesi biten oyuncular ekranında saatler geçirip kelepir topçuları beleşe bağlamak ve takımdan da yüksek maaş alan isimleri satıp para kazanmak suretiyle çok geçmeden +60/70'lere ulaştıran, yani kötü gün yönetimi hususunda senelerin tecrübesi statüsündeki bendeniz ile boy ölçüşmeleri düşünülebilir bir hakikat miydi? Hayır, hayır... Gerekirse 100 liralık çekimler için salı, 50 liralık çekimler için çarşamba, 20 liralık çekimler içinse perşembe günlerini tayin eder; ama yine de kardeşlerimi ve hemşehrilerimi ATM ekrandaki o nahoş yazıyı görme anından her ahval ve şeraitte korurdum. Evet.


--


* Kendime kıyafet filan almayı bıraktığımı söylemiş miydim örneğin? Parayı basıp, yeni kıyafetler alıp, kardeşimin üzerine 2 poşet elbise döktüm ve bu kararımı böylece aileme de deklare etmiş oldum. Artık kendime almıyorum, hepsini kardeşime harcayacağım ama böyle dedik diye banka kartımın şifresini de size verecek değilim, oha lan yuh ya ne biçim ailesiniz siz dedim. Sevinçle karşıladılar, hemen çay demlediler. 


Kendime bir harcama yapmama kararı aldıktan sonra, etiketlerle olan kavgalarım da bir üst boyuta taşındı. Reyon önünde diş macunlarına kafa atma raddesine gelişim reyonların ıssız olduğu dakikalara tekabül etti diye sevinecek değilim ulan ibneler! İcabında oranın toprak sahibinin, hatta oranın müdavimi olan mahallenin en seksi kızının önünde de bunu yapmaktan çekinmem! Sen kim oluyorsun da, 50'lik diş macununu 5 liraya satıyorken, 100'lüğünü 15 liraya satıyorsun? Karşında sözelci mi var? 


Hayır, bu işin kuralı, "fazla aldıkça fiyatın uygunlaşması" şeklinde değil miydi? Peki şu halde; 100'lüğe 15 lira vereceğime 2 tane 50'lik alıp olayı 10 liraya kapatmaktan beni alıkoyacak olan nedir? Ha, nedir? Ters psikoloji denemeleriniz bende işe yaramaz, yaramaz zira ben doğuştan ters psikolojiye sahibim sevgili global firmalar. 40 fırın ekmek yemeniz, 360 derece metod değişikliğine gitmeniz lazım, bu kafayla olmaz... 180 miydi lan o yoksa? Her neyse, adam olun orspuçocukluu yapmayın.


--


* İlk işsizlik maaşımı çektiğim PTT şubesinden, çalıştığım bankanın para yatırma özelliğine sahip ATM'lere sahip olan şubesine doğru yapacağım yürüyüşü kafamda bir spor rotası haline getirmiş, kendimle bir kez daha gurur duymuştum. Duymakta da fena halde haklıydım: Kolay mıydı böyle bir planı yapmak? Bir taşla üç kuş vuracak; aynı anda hem yürüyecek, hem müzik dinleyecek, hem de işimi halledecektim. 


Neyi sevdiysek tedavülden kalktı, neye olta attıysak soyu tükendi mottosu, sülale kontenjanından annem için de geçerli hale gelmiş olacak ki; kadıncağızın hoşuna giden deodorantı artık bulamamaya başlamıştık. Kendimle gurur duymama yol açtığını az yukarıda söylediğim rotamı icra eylerken, büyükçene bir marketin önüne geldim, içeri girip şansımı bir de orada deneyeyim istedim. Dışarıdaki tüm şaaşalı ve janjanlı görünüşüne rağmen, benim aradığım malzeme reyonu ola ola bir yemek masası kadar olan işletme anlayışının ta anasına avradına sövüp, yarım saat önce PTT görevlisinden işittiğim, "2 liran var mı? Yoksa piyango bileti vereyim" cümlesi karşısında yaşadığım kitlenişin boyutunu hesaplamaya çalışırken; dinlemekte olduğum şarkı bitti ve yeni bir tane başladı: Lizzy Borden - Me Against the World. 


Artık ne bulunamayan deodorantlar, ne soyu tükenen sevilenler, ne de PTT çalışanından gelen enteresan teklifler önemliydi... Meşhur yürüyüş sahnesindeki Reservoir Dogs karakterlerine bok yedirmekte, en janti saç modeliyle ortamdaki taş hatuna yazan piç elemana sağlı sollu girişmekteydim. Bütün markette hayat durmuş, herkes dinlediğim şarkıyla birlikte o ulu uyumu yakalamış olan müthiş havalı yürüyüşüm sayesinde sarhoş olmuştu bile. Bu anı ne bozabilir ki? derken, marketten aradığını bulamadan elleri bomboş çıkanlara Fatih Erkoç'un ses tonuyla sorulan o soru beynimde yankılanmaya başladı: Nerde lan bu mnakodumun satın almasız çıkışı?