31 Temmuz 2014 Perşembe

Bayram Enstantaneleri

Sarıyer'de geçirdim bayramı. Epeydir gidip kalmıyordum, bayram güzel bir bahane oldu.

Ramazanın bitmesiyle birlikte müthiş bir nem çöktü ülkeye. Bir çok şehirden insan aynı şeyi söylüyor, nefes alamıyoruz diyor. Nitekim İstanbul'da da özellikle deniz civarı ilçelerde nemin daha yüksek olacağı söylenmişti fakat böylesini beklemiyordum. Yani Sarıyer'i daha önce böyle görmemiştim. Sürekli sinekler ısırıyor gibiydi gövdemizi.

Martılar sıkıntı yaratacak raddeye gelmiş artık. Çoğalmışlar ya da huy değiştirmişler. Annemler ve teyzemler, gençliğimizde böyle değildi diyor, onların gençliğini bırak benim çocukluğumda bile bu kadar değillerdi. Susmuyor namussuzlar, bağırışları da normal kuş bağırışı değil; yavaş başlayıp sonradan açılan, toktan tize giden katmerli acı bir haykırış gibi.

Hal böyle olunca bayramın ilk gecesi uyuyamadım. Sonra dikkat kesildim ki -camlar açık yatıyoruz haliyle- zaman zaman yükselen, zaman zaman alçalan bir ses geliyor. Biri durmaksızın konuşuyor. Ara sıra da, allaaaaaaah diye nara atıyor... Ulan nerden geliyor bu ses diye düşünürken fark ettim ki, sesin kaynağı Yuşa Baba tepesi. Hafif, nazlı rüzgarın akorduyla ses de yükselip alçalıyor. Ama böyle bir vaaz verme şekli yok; dayı susmuyor. 1 gibi yatağa girdim, saat 3 oldu, bu süre boyunca 2 dakika susmadı-tökezlemedi adam.

1 saat kadar uyuyup sabah ezanıyla uyandıktan sonra, yatakta dönüp dururken aklıma bir hikaye geldi. Sıfırdan yazdım yani. Güldüm sonra, sabah kalkınca not alırım dedim, unuttum. Babam senelerdir yaptığı gibi gözünün önünde duran çoraplarını göremeyip bulamadığı için annemi uyandırıyor, annem buna sinirleniyor, annem sinirlenince ben hepten coşup kalkıyorum ve bir Rust Cohle repliği yapıştırıyorum babama; cart curt Marty diyor tabii Rust.

Babam cevap veriyor: Marti kim a.ına koyim.

Jerry'nin uykuluyken aklına gelen bir espriyi not alıp da uyanınca yazısını okuyamadığı bölüme benzedik... Böyle başlayıp devam eden bir şeydi ama hatırlayamıyorum, içime dert oldu anasını satayım. Neyse siz beni böyle kabul edin.

Bir neyse daha.

Aile kabristanımız Garipçe köyündedir bizim. Bayram nedeniyle gittik haliyle... Karadeniz'in Marmara ile birleşmeye başladığı sulara bakan, doğa harikası ufak bir yerdir Garipçe. 2000'lerin başına kadar hala su almaya oraya giderdik, damacana girmezdi eve. Mezarlığı da hafif tepeliktedir böyle, manzarayı seyrederek püfür püfür yatar rahmetlikler. 3. köprü inşaatı başladıktan sonra ilk defa gitmiş bulundum ve tanık olduğum manzara karşısında içimin nasıl acıdığını tarif edemem. Hele annem, o tam ağlamaklık oldu. Katletmişler resmen orayı, eski halini bilip de gördüğü zaman daha fena oluyor insan. Yolu düşen biraz daha uzatsın, gitsin ve bu katliamı yerinde görsün. Halka hizmet kisvesi altında yedirdiğiniz yalanlarınızın da, rantınızın da, kabarık banka hesaplarınızın da allah cezasını versin. 

Sahilde, haşlama mısırcıların kebap mısırcılara bariz bir üstünlüğü var artık. Bu da böyle değildi eskiden. Gönlümüz her daim kebaptan yana! Köşede kalmış, o kötü yer seçimi ve pısmışlığı ile takılan dayıyı bulduk, patlattık bütün kuzenlere birer tane. Anne tarafında en büyük torun ben olunca hesabı kitleyemiyoruz tabii kimseye ama olsun ahah.

Kediler bıraktığım gibi. Hala kavga ediyorlar en ufak şeye, onlar da semtin mazisi gibi bıçkın ve arızalı. Adapte olmuşlar, hepsinin façası bozuk, alışmışlar ve öyle yaşıyorlar. Bizim evin bahçesinde yanlış bilmiyorsam 4. nesilden bir aile yerleşmiş durumda, bunlar tatlı; ilk 2 nesilleri öldü, anneleri gitti, kendileri ise orada takılıyorlar 4 kardeş. İçimizi erittiler, kedi sevmeyenimiz bile sevdi, eşşolueşşekler. Yengemin bir bakkala gidişi var ki bu 4 fedaisi arkasında ördek yavrusu gibi takip ediyorlar, sonra da yine onunla birlikte geri geliyorlar.

O değil de;

Güzellikleri barındırır benim için Sarıyer. Haddinden fazla maziyi... Kişiliğimden iyi yönde ele alınabilir olarak kurtardığım tüm özellikleri temsil eder o ev. İyi yönlerimin tümü oradan miras kalmıştır bana, genelde hangisi galip gelir emin değilim ama kötü ve zararlı yanlarımla savaş halindedirler hep... Yani, denge unsurumdur lan benim işte. 

Bu yönler o ev ahalisinin oluşturduğu ortamın bir getirisidir, en azından ben öyle hissederim. Ailenin diğer tarafıyla zıttır bu açıdan, akıl sağlığımı korumamı sağlar; gülebilmemin, kafamı yerinde tutabilmemin, bir limana sığınabilmemin merkezidir. Daha önemlisi; geniş bir ailenin fertleri arasında en ufak bir çıkar ilişkisi ve maddi güdü olmadan, o insanların birbirlerini sevebileceklerini hatırlatır bana. Bunu her seferinde kanıtlar, hızla kötüye çalan bu dünyada. 

Kutsallık başka nasıl bir şey olabilir ki?

Sanırım bu ortamı yaratabileceğime ve sürdürebileceğime inandığımda, bundan emin olduğumda... İşte ve ancak o zaman bir yuva kurmaya layık ve hazır göreceğim kendimi. Ondan gayrı, Bay Cohle'un da dediği gibi; kadın-erkek ilişkisinin çocuk yapmak haricinde yürümesi gerekmiyor zaten...