13 Temmuz 2016 Çarşamba

Brain Fade

Hayatın garipliğine dair vapur metaforunu kasıla kasıla kullanırken, vapurun kendisini hiç kullanıyor muyuz acaba? Düşünmediklerinizi düşünmeye adanmış hayatım ile, ben, düşündüğünüzden çok daha önemliyim sizin için. Müthiş özel, müthiş duyarlı, sevgi ve enerjiyle dolu bir kalbim var. Sorun, beynimin bu donanımı desteklemiyor oluşunda.

Yarım gün boyu yarım saatte bir karşılıklı yapılan her seferde, yetişme telaşındaki son insanlarla iskelenin kapısını kapatıp vapurun kalkmasını işaret edecek görevliler arasındaki ilişkinin boyutlarını ve karar anındaki mekanizmaların dinamiğini düşündünüz mü hiç mesela? Sırf işe geç kalmamak için şirin gösterme gayretinde olduğunuz iğrenç telaşınızı ve meymenetsiz sıfatınızı bir kenara koyarak azıcık delikanlı olun: "1 bölüm daha atarım, şimdi yatmaya gerek yok" dediğiniz, esneyerek snooze'a bastığınız, "koyarım götüne 10 dakka daha yatıyorum!" restini çektiğiniz anların hakkını verin ulan!

Gencecik cıbıl cıbıl kızlar varken, gözünde kaymış gözlüğü ve üzerinde terden koltukaltı ıslanmış tişörtüyle bir başına koşturmakta olan sizlerin nursuz sureti için mi bekletecekti yani vapuru görevliler? Heyhat!

Yine de olmaz dememek lazım bu hayatta. 3 ay içinde sırasıyla önce babamı, sonra dedemi, en sonunda da anneannemi anadan üryan göreceğimi söyleseler; ben inanır mıydım, olur bu iş der miydim sanıyorsunuz? Bu olsa olsa bir karar belirtme anı olurdu; ve ben hayır derdim. Ve önemli kararları vermekle geçiyor hayat, ya da önemli olduğunu sandıklarımızı. Bir nefeslenmek için oturduğunda ise, hangi kararı ne için verdiğini çoktan unutmuş halde bulabiliyorsun kendini. Kwame Brown'u 1. sıradan draft etmek, Andy Carroll için 41 milyon Pound ödemek, vakti zamanında O.'ya nikahı basmamak; veya Avustralya'ya gitmeye evet diyememek... Hepsi birer karar, birer seçim. Sonuçlarıyla yaşamak ise senin kendi kendine mirasın. Hiç biriniz, "kalmadı ki bize bir miras" diye üzülmesin o yüzden. Ardınızda bıraktığınız her anınız, size giren mirasınız.

Sanırım herkes neye ihtiyacı varsa onun için çabalıyor bu hayatta. O yüzden ki söylemlere değil eylemlere bakmak lazım gelir... Hayatın gidişatı içinde öğreniyorsun, telefonda 25 dakika geçim derdinden dem vurup ay sonunu zor getirdiğini yana yakıla anlatan arkadaşının, konuşmanın sonlarına doğru, "bir de arabayı değiştirdim işte, çok istiyordum" diyebileceğini! 20 yaşında beyni oradan oraya zıplayanların, 60 yaşında bir arpa boyu düşünce değişikliğine gidemeyenlerle birbirinden haberleri dahi olmadan ortak paydada buluşması ise, gözleri istemsizce doldurmaya aday bir sahne her zaman.

Küfredeceğiz birbirimize, sinirleneceğiz, söz verip tutamayacağız belki. Bazı kahpelikler hariç affedeceğiz birbirimizi, en azından kötü günlerde yanımızda olacak kadar. Zor anlarda herkes rolünü oynamaya devam edecek, en iyi bildiği noktada devreye girerek. Yeri gelip günlerce kanepenin üzerinden ayrılmayacak şekilde köşemize çekilsek de, oynamaya devam edeceğiz mecbur. Duraklama anlarını bildiren tabela her zaman kalkmıyor içinde olduğumuz oyunda çünkü... Bitiş düdüğünü ise biz duymuyoruz.