5 Ocak 2016 Salı

Süregelen Takıntılar 9

Çok gereksiz şeylere çok çok acayip merak içindeyiz
Ne savaşlar oluyor bitiyor yine biz bu konuların dışındayız



* ATM'ler mesela. Çok ilginç değil mi lan? Ne? Ne demek değil, skerim belanızı; tabii ki ilginç, sadece nezaketen soruyoruz... Dün bir "ATM alanının" yanından geçerken girdi içime o canhıraş feryat: Kim ayarlıyordu ulan bu makinelerin içindeki para oranlarını? Hangi harmonik ortalamayla (harmonik ortalama tabii, ne sandınız yrraamlar) karar veriyorlardı neredeki ATM'ye ne kadar para konulacağını? Ne sıklıkla yapıyorlardı bunu? Ben sokaklarda işsiz ve avare avare dolanırken, bunu ayarlayan ampirikuku departmanının başındaki o dangalak, nasıl bir sorumluluğu olduğunun, ne büyük bir yükü omuzladığının bilincinde miydi? 


Mesela paraları dağıtmak için seçtikleri saatler, trafiğin yoğun olduğu saatler miydi; yoksa yol çalışması ekipleri gibi gecenin ıssız saatlerini mi belirlemişlerdi bu ulvi amaç için? Cebindeki para oranıyla gideceği mesafenin taksimetredeki karşılığının hesabını yanlış yapıp taksiden indiğinde acilen para çekmesi muhtemel bir sözelcinin makine ekranında, "Şu anda paranızı ödeyemiyorum - En yakın ATM ..." ibaresini görüp titreme nöbetine girmesini önleme hususunda ziyadesiyle büyük öneme sahip bu çalışmaları hangi kriterlerle yapıyorlardı? 


Her ne olursa olsun, benim kadar iyi bir iş çıkaramayacaklarına dair olan inancım tamdı. Tam olmasını bırakın; bu inancım eve doğru yürürken attığım her adımda daha da güçleniyordu. Evet evet, onlar kim köpekti ki? -20'lerde aldığı bütçeyi, sözleşmesi biten oyuncular ekranında saatler geçirip kelepir topçuları beleşe bağlamak ve takımdan da yüksek maaş alan isimleri satıp para kazanmak suretiyle çok geçmeden +60/70'lere ulaştıran, yani kötü gün yönetimi hususunda senelerin tecrübesi statüsündeki bendeniz ile boy ölçüşmeleri düşünülebilir bir hakikat miydi? Hayır, hayır... Gerekirse 100 liralık çekimler için salı, 50 liralık çekimler için çarşamba, 20 liralık çekimler içinse perşembe günlerini tayin eder; ama yine de kardeşlerimi ve hemşehrilerimi ATM ekrandaki o nahoş yazıyı görme anından her ahval ve şeraitte korurdum. Evet.


--


* Kendime kıyafet filan almayı bıraktığımı söylemiş miydim örneğin? Parayı basıp, yeni kıyafetler alıp, kardeşimin üzerine 2 poşet elbise döktüm ve bu kararımı böylece aileme de deklare etmiş oldum. Artık kendime almıyorum, hepsini kardeşime harcayacağım ama böyle dedik diye banka kartımın şifresini de size verecek değilim, oha lan yuh ya ne biçim ailesiniz siz dedim. Sevinçle karşıladılar, hemen çay demlediler. 


Kendime bir harcama yapmama kararı aldıktan sonra, etiketlerle olan kavgalarım da bir üst boyuta taşındı. Reyon önünde diş macunlarına kafa atma raddesine gelişim reyonların ıssız olduğu dakikalara tekabül etti diye sevinecek değilim ulan ibneler! İcabında oranın toprak sahibinin, hatta oranın müdavimi olan mahallenin en seksi kızının önünde de bunu yapmaktan çekinmem! Sen kim oluyorsun da, 50'lik diş macununu 5 liraya satıyorken, 100'lüğünü 15 liraya satıyorsun? Karşında sözelci mi var? 


Hayır, bu işin kuralı, "fazla aldıkça fiyatın uygunlaşması" şeklinde değil miydi? Peki şu halde; 100'lüğe 15 lira vereceğime 2 tane 50'lik alıp olayı 10 liraya kapatmaktan beni alıkoyacak olan nedir? Ha, nedir? Ters psikoloji denemeleriniz bende işe yaramaz, yaramaz zira ben doğuştan ters psikolojiye sahibim sevgili global firmalar. 40 fırın ekmek yemeniz, 360 derece metod değişikliğine gitmeniz lazım, bu kafayla olmaz... 180 miydi lan o yoksa? Her neyse, adam olun orspuçocukluu yapmayın.


--


* İlk işsizlik maaşımı çektiğim PTT şubesinden, çalıştığım bankanın para yatırma özelliğine sahip ATM'lere sahip olan şubesine doğru yapacağım yürüyüşü kafamda bir spor rotası haline getirmiş, kendimle bir kez daha gurur duymuştum. Duymakta da fena halde haklıydım: Kolay mıydı böyle bir planı yapmak? Bir taşla üç kuş vuracak; aynı anda hem yürüyecek, hem müzik dinleyecek, hem de işimi halledecektim. 


Neyi sevdiysek tedavülden kalktı, neye olta attıysak soyu tükendi mottosu, sülale kontenjanından annem için de geçerli hale gelmiş olacak ki; kadıncağızın hoşuna giden deodorantı artık bulamamaya başlamıştık. Kendimle gurur duymama yol açtığını az yukarıda söylediğim rotamı icra eylerken, büyükçene bir marketin önüne geldim, içeri girip şansımı bir de orada deneyeyim istedim. Dışarıdaki tüm şaaşalı ve janjanlı görünüşüne rağmen, benim aradığım malzeme reyonu ola ola bir yemek masası kadar olan işletme anlayışının ta anasına avradına sövüp, yarım saat önce PTT görevlisinden işittiğim, "2 liran var mı? Yoksa piyango bileti vereyim" cümlesi karşısında yaşadığım kitlenişin boyutunu hesaplamaya çalışırken; dinlemekte olduğum şarkı bitti ve yeni bir tane başladı: Lizzy Borden - Me Against the World. 


Artık ne bulunamayan deodorantlar, ne soyu tükenen sevilenler, ne de PTT çalışanından gelen enteresan teklifler önemliydi... Meşhur yürüyüş sahnesindeki Reservoir Dogs karakterlerine bok yedirmekte, en janti saç modeliyle ortamdaki taş hatuna yazan piç elemana sağlı sollu girişmekteydim. Bütün markette hayat durmuş, herkes dinlediğim şarkıyla birlikte o ulu uyumu yakalamış olan müthiş havalı yürüyüşüm sayesinde sarhoş olmuştu bile. Bu anı ne bozabilir ki? derken, marketten aradığını bulamadan elleri bomboş çıkanlara Fatih Erkoç'un ses tonuyla sorulan o soru beynimde yankılanmaya başladı: Nerde lan bu mnakodumun satın almasız çıkışı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder