28 Şubat 2013 Perşembe

Sarıyer'in Kedileri

Yine yola çıkıyorum cumartesi günü. Sonu olmayan dönüşlerden birisinin daha tam ortasında olacağım. Bu sefer, istisnai bir şekilde, ulan daha ucuzunu bulabilir miydik acaba? diye kendi kendime hayıflanmayacağım bilet konusunda; çünkü yolu beleşe getirdim. Beleşe getirmek derken; maddi açıdan öyle olsa bile manevi ve mental olarak bazı yükleri beraberinde getirecek bir durumda olacağım cumartesi sabahından, akşam saatlerine kadar. Bazen biraz daha rahat olabilmeyi, çevredeki her olup biteni bu kadar da yoğun algılamıyor olmayı istiyor insan.

Normalde 3 kişi gidecek olan arabaya 4. kişi olarak eklendiğimde öyle pek aman aman bir yük bindirmeyeceğim belki insanlara ama, yahu şimdi ne konuşacağım ben 10 saat boyunca bu insanlarla baskısı olacak kafamda. Bu tip durumlarda yüksek işe yararlılık oranı ile 2 adet seçenek çıkıyor karşımıza: Müzik dinlemek ve uyuyormuş gibi yapmak. Yol kaç saat sürerse sürsün, gözünü kırpamadığından dolayı gibi yapmaktan öteye gidemeyen bu bünye, eylemin kendisini değil ancak taklidini betimleyebiliyor haliyle bu satırlarda.


Zamanında emek de verdim aslında. Yolculuk gününden bir gün önce gece uykusuz ve yorgun kalabilmek için kendi içimde geçerli olan tek yöntemi, içmeyi denedim ama yine hüsrandan hüsrana savruldum, çukurlar arası vals eden o araçların içinde. Uçaktan da istifade ettim bolca. Ama olmadı işte beleşe kokpitte uçmamızı sağlayacak bağlantılarımız... Yukarıda bahsettiğim 2 seçenek haricinde bir de kitap okumayı deneyenler olur ama sarsılma durumu başarılı olmalarını engeller genelde. Gerekliliği tartışılabilecek olan ama çoğunlukla gözden kaçmayan ... İl Sınırı tabelası rahatlatır bu gerilmiş bünyeyi bir nebze. O andan itibaren sayısız imge belirmeye başlar kafada, kişisel planlar hariç.

Daracık bir yerde, esasında çok da yabancı olmadığım insanlarla bir kaç saat geçirmenin bünyeye yüklediği rahatsızlık hissi aslında çoğunlukla benim negatif farklılıklarımdan kaynaklanıyor, en azından bunu itiraf edebiliyorum kendime. İyi de, suçlu filan mıyım bazı farklılıklar negatif diye? Farklı olmak, kendini seçilmiş veya özel biri gibi görmekle karıştırılır genelde, ben ise milyarlarca insan yüzünün birbirinden farklı oluşu gibi zaman içerisinde dallanıp budaklanan o huylardan bahsediyorum. Bunun için yapabileceğim çok da fazla bir şey var mı, emin olamıyorum.


İçsel tutarlılık ispatı veya en basitinden ufak bir rahatlama için midir bilinmez; çocukluğumun yarısının geçtiği, ikinci semtim olarak gördüğüm Sarıyer gelir aklıma böyle durumlarda. Denizle iç içe bir balıkçı semtidir Sarıyer. Haliyle martısı filan boldur... Çevre binaların çatılarında, sabah programlarında birbirlerine laf yetiştiren karıları aratmayacak biçimde, zaman zaman da Japonya saatine göre bağırır çağırırlar. Onlar sustu diye sevindiğinizde ise, bu sefer Rumeli Kavağı tarafından Boğaz'a doğru ağır yol ilerlemekte olan bir kum tankerinin lanet motor takırtısı tırmalamaya başlar kulağınızı.

Ama bir de kedileri vardır Sarıyer'in. Bildiğiniz kedi kalıbından bağımsızdırlar, tekmenin kralını savurursunuz ama asla kaçmazlar. Yürüdüğün yoldan çekilip gitmesini beklediğin, en azından bulunduğun yerlerin çoğunda buna alışmış olduğun halde, bu ufak semt sakinlerinin hiç bir şekilde rahatlarını bozmaması kendi hiyerarşik sosyal statülerinin bir dışavurumu mudur, daha afilli bir çevrede yaşamıyor oluşlarına karşı şikayetim yaradana misali sessiz bir başkaldırı mıdır, yoksa çevre koşulları tarafından zaman içerisinde öğrendikleri çevrenin kendisine uyum sağlama pozisyonu mudur bilinmez... Ama öyledirler işte. Oldukları gibidirler. Sen 10 metre yukarıda bir beton kutunun içinde, ben burada asfaltın üstünde der gibi bakarlar. Aradan 20 sene geçmiştir ve yeni gelenler de aynı şekilde yetiştirilmiştir.


İnsanların cins cins olduğu aşikarken, teselliyi kedilerde aramak nicedir bilemem ama... Cins olan insanın kendisiyse, bu teselliyi insan olmayan bir canlıda araması daha anlaşılabilir bir hal alıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder